La La Land’deki renk kullanımı ve paleti

2016 yılında gösterime giren; Oscar, BAFTA ve Altın Küreye damga vurup akıllara kazınan La La Land Emma Stone ve Ryan Gosling’in müthiş performanslarıyla uzun zamandır görülmemiş bir yapımı bizlere sundu. Bu müzikal başyapıt dijital çağla beraber hasret kaldığımız nostaljik Hollywood sinemasını modern bir şekilde yakalamakla kalmıyor aynı zamanda renkleri, müzikleri ve detaylı sinematografisiyle seyirciye hem tanıdık hem de hayali bir dünya yaratıyor.

 

‘Technicolour’ film dünyasına gelmeden önce Alman ekspresyonistler belirli bir ruh hali yaratmak veya bir karakterin zihnine geçiş yapmak için her bir sahneyi ayrı tonda boyarlardı. Technicolor’ın gelişiyle film yapımcıları sahnelerdeki basit tonlardan çıkıp tek bir sahnede birden fazla renk kullanmaya başladı ve sonrasında Hollywood hızlıca canlı, göz alıcı tonları benimsedi. La La Land de ise Singing in the Rain, A Star Will Be Born gibi bu eski ikonik Hollywood esintilerini çok rahat bir şekilde görebiliyoruz. Ancak Chazelle’in renk kullanımı tahmin edilenden biraz daha karmaşık.

 

Yönetmen Daniel Chazelle, film ekibiyle beraber bir hafta boyunca senaryodaki her sayfanın üzerinden geçip Mia’nın tuttuğu kalemden Sebastian’ın kupalarına kadar sahne sahne kullanılacak renkleri konuştuklarını söylüyor. Tek planlanmamış yer Sebastian’ın evindeki yemek sahnesi. Sahnedeki göze çarpan yeşil perdeler ve Mia’nın mor elbisesi Vertigo filminden esinlenilmiş, yönetmen çekimden bir gün önce izlediği bu filmdeki neon yeşil tabelaların camdan görünüşünü beğendiği için son dakika değişiklik yapılıyor. Renklerin, dekorların, kıyafetlerin ustaca kullanımı izleyiciye hikayeyi daha derinlemesine anlama fırsatı sunuyor. Örneğin, filmde romantik sahnelerde sıklıkla parlak ve canlı renkler tercih edilirken daha dramatik veya melankolik anlarda daha yumuşak tonlar tercih ediliyor veya giriş sahnesinde Mia ve Sebastian dışında herkes renkli giyiniyor. Ancak bu kullanım duygularla beraber yüzeysel kalmıyor. Onun yanı sıra renkleri hikayedeki ana temaları belirlemek için tema aracı olarak kullanıyor. Fark ederseniz film boyunca Mia ve Sebastian’ın ilişkilerinin her dönüm noktasında yeşil kullanılıyor. İlk karşılaşmarında arabaya giderken Mia’nın anahtarlığında, Sebastian’ı görmek için sevgilisini bıraktığında Mia’nın elbisesinde, Sebastian Mia’nın ilk gösterimini kaçırdığında arka planda, ilk ciddi kavgalarında… Yeşil film boyunca çok kullanılan bir renk değil ama her kullanıldığında bir ağırlık taşıyor ve eninde sonunda duygusal ve fiziksel ayrılıklarını sembolize ediyor. 

 

La La Land deyince akla gelen ilk renk ise mor oluyor. Filmin tüm reklam afişleri ve tanıtımında mor renge ağırlık verilmiş. Bununla beraber filmin en akılda kalan sahnelerinde ve son sahnesinde en çok kullanılan renk mor. Aslında mor filmde önümüze tek renk olarak değil, mavi ve kırmızının birleşimi olarak geliyor. Sebastian ve Mia’yı temsilen eden bu renklerin altında da bir anlam yatıyor.  Renkler filmin ana konusu olan gerçeklik ve hayal arasındaki gerilimi sembolize ederken Chazelle gerçeklikten kaçmayı değil hayal ve rüyaları gerçekliğe atıfta bulunmak için kullanmayı planlamış. Burdaki amaç realist bir filmden daha iyi bir şekilde; aşık olmayı ve kalbinin kırılmasını, hayaller kurmayı ve onları takip edebilmeyi en saf şekilde anlatmak. Mia geleceği hakkındaki şarkıyı mavi bir elbisede kırmızı bir fonda söylüyor, ilk Sebastian’la tanıştığında onu izlemek için kırmızı bir kapıdan geçiyor, Sebastian eski ‘mavi’ kulübüne bakarken kırmızı bir restaurantta oturuyor… Tüm bu anlar karakterler hayalleri hakkında düşündüğünde gerçekleşiyor. Mavi, sizi tatmin etmeyecek ama stabil olan realitenizi kırmızı ise hayallerinizi takip etmeyi ve bununla beraber gelen riskleri sembolize ediyor ve La La Land tamamen bunu nasıl dengelediğinizle ilgili -yani moru nasıl kullandığınızla-.  Örneğin Mia oyununun açılışında kırmızılar içinde sahneye çıkıyor, pes edip ailesine döndüğünde ise mavi giyiyor. Seb John Legend’ın grubuyla fotoğraf çekilirken fotoğrafçı on ‘herhangi bir şey’ çalmasını isterken piyano tuşlarının rengi kırmızı, ona asıl istediği şeyi hatırlatıyor, pop-jazz grubunda çalmayı değil.

 

Mia ve Sebastianın ilişkisi bu bağlamda moru temsil ediyor, ilişki güzel yürüdüğü kısımlarda mor rengi baskın bir şekilde seyirci sahnede görebiliyor. Bununla birlikte karakterler değişimdeyken sarı renk mora kontrast yaratarak kullanılıyor: İlk dans sahnesinde göze çarpan Mia’nın sarı elbisesi, Seb pop-jazz grubuna katılmadan önce John Legend’ın sarı kazağı… 

 

Oyunculuk dünyası filmin ilk yarısında parlak renkli sahneler olarak gösterilse de -oyunculuk seçmelerindeki arka planlar, Mia’nın renkli evi, Mia’nın çalıştığı set- filmin sonuna doğru hikaye ilerledikçe ve Mia hayalinden uzaklaştıkta daha az canlı renk görüyoruz. Fakat bundan farklı olarak Jazz dünyası başından beri soluk, Seb’in gerçek jazz olarak gördüğü şeye sırtını dönmesi burda anlam kazanıyor.

 

Final sahnesinde ikisi de hayallerini gerçekleştirip bu hayaller realite olduğunda kırmızı ve mavi ışık altında duruyorlar. Mia arkasını dönüp Seb’in kulübünden çıkmadan önce son bir kez ona baktığında ikisi de hayallerini başardıklarını ama bunu birbirleri olmadan gerçekleştiremeyeceklerini anlıyor.

 

Sonuç olarak ‘La La Land’in renk paleti bize görsel bir şölen sunmak dışında filmdeki temaları ve karakterlerin iç dünyasını derinlemesine keşfetmemize olanak tanıyor. Chazelle’e en iyi yönetmen Oscar’ını getiren bu filmde; onun renkleri karakterlerin duygusal durumlarını ve hikayenin ilerleyişini anlatmak için nasıl kullandığı, eserin izleyicinin zihninde uzun süre kalmasını sağlayan özel bir dokunuş katıyor.

 

Yazı oluşturuldu 1

Benzer yazılar

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.

Üste dön