JEFFREY DAHMER: İNCELEME

Jeffrey Dahmer. Bir dönemin en çok konuştuğu, üzerine sayısız kitaplar yazılan, filmler çekilen, üstüne milyonlarca tartışma döndürülen, psikoloji ve tıp dünyasının ilgisini çeken, yalnızca cinayet değil ırkçılık ve homofobi üzerinden de özellikle Amerika polisi ve medyasına darbe üzerine darbe vurdurtan o isim. 17 adamı soğukkanlılıkla öldürmüş, cesetlerine tecavüz etmiş, organlarını çeşitli işlemlerden geçirip bazen saklamış, bazen de yemişti. Hayatı, çocukluğu, ailesiyle olan ilişkisi sayısız defa mercek altına alındı; aslında herkesin peşinde olduğu soru ortaktı: Neden?

 Daha önceden de adını duyduğum bu psikolojik vaka seri katille alakalı bu yazıyı kaleme almaya, birkaç sene öncesine ait Netflix yapımı “Dahmer: Canavar” dizisini bitirdikten sonra karar verdim. Bu inceleme diziyle alakalı olmayacak, ancak diziyi izlemekle izlememek arasında tereddüt edenlere gönül rahatlığıyla önerebileceğim bir yapım. Dahmer’le alakalı bir sürü eksik noktayı açığa kavuşturma ve görselleştirme adına çok iyi bir iş çıkartmış diyebilirim.

 Sanıyorum ki Jeffrey Dahmer’ın çocukluğunu anlatmak için kullanılacak en ideal kelime, yalnızlık olacaktır. Diğer birçok seri katilin aksine çocukluğunda taciz, tecavüz, pornogrofik maruz veya benzeri vukuatlar yoktu. Babası henüz mezun olmaya çalışan bir kimyagerdi, annesi ise ilaç kullanımından dolayı nevrotik ataklar geçirmeye meyilli, hastalık hastası, 7/24 ilgi bekleyen sorunlu bir kadın. Evlerinden kavga gürültü eksik olmazdı, annesi en az bir defa intihara kalkışmıştı ve babası genelde ortalıklarda değildi. Bu olaylara tanıklık etmenin parçalanmış psikolojisinin önemli bir yapıtaşı olduğu inkâr edilemez, yine de bazı kaynaklar çocukluğunun o kadar da ilgiden mahrum olmadığını ortaya sürer. Hiçbir hobisi ya da başarısı olmayan, ailesi tarafından takdir görmeyen, okulda arkadaşlık kuramayan bir çocuktu. En azından 10-15 yaş aralığına gelene kadar. Biraz da babası yüzünden bir hobi edindiği zaman bu aralığa denk gelir: ölü hayvanları kesip incelemek. 

 Evet, gerçekten de hayatında tutku hissettiği, merak duyduğu ilk alan olarak bunu göstermek mümkündür. Çocukluğunda babasının sokak kenarında bulduğu ölü hayvanları doğrayıp içini açmasını, iç organlarını incelemesini merakla izlemiş ve en sonunda bunu ona da öğretmesini rica etmiştir. Babası için bu garip bir istektir ama en sonunda oğlunun ilgi duyduğu bir şey bulmasından gururlu, isteğini mutlulukla kabul etmiştir. Ona iç organları tanıtıp bu organları saklama yöntemleriyle ilgili bilgilendirirken canından çok sevdiği oğlunun sonunun bu olacağını kestirebildiğini sanmıyorum. Yine de yıllar sonra Lionel Dahmer kendisini suçlamış ve her şeyin başını bu benzersiz tutkunun çektiğini düşündüğünü söylemiştir. 

 Liseye geçtiğinde ve cinsel kimliğinin farkına vardığında girdiği yalnızlık ve bunalım hali daha da derinleşmeye başladı. Arkadaşı, evi diyebileceği bir ailesi, akademik başarısı, ona zevk veren herhangi bir şey yoktu. Üstelik erkeklere duyduğu ilgi, o zamanlarda bir tabu olarak görünen ve toplum baskısı ile sonuçlanan bir durumdu. Elbette ki bütün bunları söylerken eklemem gereken en önemli şey, Jeffrey Dahmer’ın 17 yaşındaki kişilik ve bunalım sancılarının katlettiği 17 genç erkek ve ailelerinin acılarının yanında basit bir karın ağrısı kaldığı olacaktır. Dahmer hastaydı, doğru, ama aynı zamanda cinayetlerini büyük soğukkanlılıkla işleyen bir katildi, ve sahip olduğu hiçbir mental hastalık bu gerçeği silmeye yetmeyecektir.

 17 yaşına geldiğinde annesiyle babası boşanmaya karar verdi. Sürekli kavga eden, anlaşamayan bir çift için doğru karar gibi görünen bu olay ikisinin de evi terk etmesiyle Jeffrey’in lisenin son senesinde evde yapayalnız kalmasına neden oldu. Zaten kendi içinde birçok çözülmemiş problemle uğraşırken çareyi, gece gündüz demeden alkol alırken edindiği geçici zevklerle susturmaya çalıştığı büyük günah çağrılarını yok saymaya çalışmakta buldu. Büyük günah çağrıları derken kastettiğim şey cinsel yönelimi değil, cinsel anomalileridir. İlk saldırı düşüncesini, evinin yakınındaki yolda her gün düzenli olarak koşan genç bir adama karşı kurmuştu. Hatta bir gün bir çalının arkasına elinde beyzbol sopasıyla saklanmış ama şans eseri adam o gün oradan geçmemiştir.

 İlk cinayeti mezuniyetinden üç hafta sonra gerçekleşti. Steven Hicks, Jeffrey arabayla geçerken yolun kenarında duran, arkadaşlarının yanına konsere gitmek için otostop çeken talihsiz bir adamdı. Jeffrey onu birkaç içki içtikten sonra gideceği yere bırakma sözü vererek kandırıp evine götürdü. Birkaç bira içip sohbet ettiler. Daha sonra Steven artık zamanın geldiğini, daha fazla beklerlerse konseri kaçıracağını söyleyerek Jeffrey’den onu götürmesini istedi. Jeffrey diretti. Adamdan çok hoşlanmıştı ama kısa sohbetlerinden Steven’ın kadınlara ilgi duyduğunu ve bir şansı olmadığını anlamıştı. Kalmasını çok istiyordu. Kalması için elinden gelen her şeyi yapmaya hazırdı. Adam çıkmak için kapıya yöneldiği sırada arkasından yaklaşarak 4.5 kiloluk bir dumbell’ı kafasına indirdi. İlk kurbanının kendini savunmak için en ufak bir şansı bile yoktu.

 İşin aslı, Jeffrey’de korkunç bir terk edilme korkusu vardı ama buzdağının altındaki sorunları bununla kıyaslanamayacak kadar büyüktü. Sonradan da teşhis koyulduğu üzere, Jeffrey nekrofilikti, yani cesetler ve vücut parçaları ona cinsel bir haz veriyordu. Ölü bir beden üzerinde sağlayabildiği kontrol, ona reddedilmeden istediği her şeyi yapabileceği fikri onda cinsel duygular uyandırıyordu. Bir sonraki gün Steven’ın bedeninden çocukluğunda babasından öğrendiği yöntemlerle, profesyonelce kurtuldu. Hayvan ya da insan, onun için fark etmiyordu: Tanrı’ya inanmayışı onu her şeyin önemsiz olduğu fikrine sürüklemişti. Steven’ın kalan parçalarını arka bahçelerine gömmesini yıllar sonra adamın “bir parçasının” her zaman onunla kalmasını istediği şeklinde açıklayacaktı.

 Cinayetten altı hafta sonra babası yanında yeni nişanlısıyla eve geri döndü. Jeffrey’in yalnız başına yaşayıp her gün alkol tükettiğini öğrenince deliye döndü, eski karısının Jeffrey’i yalnız bıraktığından haberi yoktu. Komutayı eline almaya karar verdi, oğlunun hayatını yoluna koyacaktı. Böylece Jeffrey bir sonraki dönem Ohio Devlet Üniversitesinde eğitim görmeye başladı. Ne var ki buradaki eğitim hayatı kısa sürdü: İçki problemleri devam ettiğinden her dersi ekiyordu ve ortalaması 0,45ti. Bir dönem sonunda kalmadan okuldan atıldı. 

 Babası oğlundan umudu kesmeye iyiden iyiye başlamıştı ama pes etmeye hiç niyeti yoktu. Oğlunu askere gönderdi, iyi bir akademik yaşantısı olmayacaksa en azından ülkesine yaralı genç bir adama dönüşmesini umdu. Ama içki problemleri her zamanki gibi Jeffrey’in peşini bırakmadı ve iki sene sonra buradan da ayrılmak zorunda kaldı. Bu olay, Lionel Dahmer’in sabrını taşıran son damlaydı: oğlunu annesinin yanına gönderdi ve bir işe girmesini istedi. Böylece Jeffrey babaannesinin yanında yaşamaya başladı.

 Babaannesinin yanında yaşadığı dönemde cinsel yönelimini iyice benimsemiş ve gay barları düzenli olarak ziyaret etmeye başlamıştı. Burada tongaya düşürdüğü adamları civarda bilinen pansiyonlara götürüyor, içkilerine ilaç döküyor ve onlara tecavüz ediyordu. İşin garip kısmı, bu erkeklerin zaten Jeffrey’le ilişkiye girmeye gönüllü olmasıydı. Jeffrey için çekici olan kısım, onların kendilerinden geçmiş ve savunmasız durumda olmalarıydı. Kontrolün tümüyle onda olması gerekiyordu, ona cinsel anlamda haz veren buydu. Hatta bir keresinde babaannesiyle yaşarken alışveriş merkezinden bir cansız manken çalıp eve getirmiş ve babaannesi fark etmeden önce onu haftalarca zevk unsuru olarak kullanmıştı. Kurbanlarını da bu şekilde görmekten hoşlanıyordu: cansız birer manken.

 Bir süre sonra yaptığı şeyin pansiyon sahipleri tarafından fark edilmesiyle bütün pansiyonların yasaklı listesine girdi, bu nedenle eylemlerini daha fazla para ödemesi gereken bir otele taşımak durumunda kaldı. 20 Kasım 1987, uzun bir aradan sonra ikinci cinayetini işlediği tarihtir. Kendisi bu cinayete dair hiçbir hatırasının olmadığını, böyle bir yaşandığına “inanamadığını” iddia eder fakat bu masum ifadesi cesetten kurtulurken büründüğü soğukkanlı katile hiç de uymamaktadır. Zira Jeffrey, birlikte uyandığı ölü adamı önce bir valizin içine koyup otelden çıkartmış, babaannesinin evine getirmiş, kafasını kesip vücudunun geri kalanından kurtulduktan sonra kafatasını haftalarca mastürbasyon yapmak için kullanmıştır. Tutuklanmasından sonra kullandığı cümle, şu olmuştur. “Kendimi insanları insandan çok zevk objesi olarak görmek için eğittim.” 

 Bu saatten sonra Jeffrey doğruyla yanlış, ahlaklı ve ahlaksız, iyiyle kötü ayrımını adeta tuvalin üzerinde birbirinin üzerine kayıp kendi renklerinden vazgeçen boyalar misali kaybetmiş; son cinayetiyle onu arkadan tutan görünmez ip gücünü tamamen yitirmişti. Bu andan sonra kendi zevki ve yapmak istedikleri dışında umursadığı hiçbir şey kalmamıştı. Bir sonra babaannesi taşınmasını istedi; böylece daha çok siyahi insanların konakladığı, ucuz, köhne, kıyıda köşede küçük bir apartman dairesine geçti. Bu cinayetleri için ona çok daha büyük bir alan sağlıyordu elbette. Görünürde komşularıyla iletişimi olmayan, kendi halinde, sessiz sakin bir kiracıydı; gerçekte ise düzenli olarak evine birilerini getiriyor, onları ilaçlıyor, öldürüyor, vücutlarından asitle kurtuluyor ve çeşitli durumlarda da kurbanlarının iç organlarını yiyordu. Buraya taşındıktan kısa bir süre sonra 13 yaşındaki bir çocuğu ilaçlayıp taciz ettiği için tutuklandı, ancak maalesef ki bir hafta hapis yattıktan sonra kefalet ile serbest bırakıldı.

 Cinayetleri dur durak bilmeden devam etti. Errol Lindsey onun kendi deyimiyle ilk “zombi” denemesiydi. 19 yaşındaki siyahi genç adamı kandırıp evine çektikten sonra onu önce ilaçla bayıltmış, sonrasında da kafatasında matkapla bir delik açıp kafasının içine hidroklorik asit enjekte etmişti. Söylediğine göre bu korkunç deneyden sonra Errol kendine geldi ve şu sözleri sarf etti: “ Başım çok ağrıyor. Saat kaç?” Jeffrey korktu ve kafasında zavallı çocuğun ölümüne sebebiyet veren ikinci deliği açtı.

 Son derece mide bulandırıcı bir başka cinayet, Konerak Sinthasomphone’un cinayeti, polis ihmalkarlığını da gözler önüne serdiği için Jeffrey’in tutuklanmasından sonra medyada büyük tepkilere yol açmıştı. Konerak, Jeffrey’in daha önceden taciz davasının görüldüğü çocuğun kardeşiydi. Kandırılıp para karşılığı dairesine götürüldüğünde henüz 14 yaşındaydı. Errol’a yaptığı gibi kafatasında bir delik açıp içine asit doldurdu. Kendinde olmayan çocuk aralık kapıdan süzülüp dışarı çıktı, birkaç iyi niyetli komşu da onu bulup polisi aradı. Jeffrey onu bulmak için dışarı çıktığında polis gelmişti bile, ne var ki Dahmer onları çocuğun 19 yaşındaki erkek arkadaşı olduğunu söyleyerek kandırmayı başardı. Söylediğine göre çok içmiş ve kendinden geçmişti ama sorun yoktu. Polisi evine alarak beraber çekildikleri fotoğrafları gösterdi. Komşuları hiç ikna olmasa da polis için cevaplanmayan soru kalmamıştı, arkalarına bakmadan oradan kayboldular. Zavallı çocuk da kısa bir süre sonra öldü. Bu, Dahmer’in 13. cinayetiydi. Bu, polis tek görevini yapıp insanları korumayı başarabilse kurtarılabilecek 4 can demektir, ne yazık ki böyle olmadı.

 Tracy Edwards, Jeffrey Dahmer’in son cinayet denemesidir. Adam kendini kurtarmayı ve polislere bütün bu vahşeti anlatmayı başardı, böylece Jeffrey tutuklanmış oldu. Sonradan anlattığına göre Dahmer; ona doğru bir bıçak doğrultmuş, yatak odasında açık olan film “Şeytan 3’ü izlemeye zorlamış, bıçağı göğüs kafesinin üzerinde gezdirirken adama kalbini yemek için can attığını söylemiştir. Dehşete düşmüş Tracy onun elinden kurtulma umuduyla istediklerine boyun eğiyor gibi yapmış, ilk fırsatta da kendini onun elinden kurtarıp polise koşmuştur. Bu, elbette ki kan dondurucu bir olaydı ama en azından bir dizi korkunç ve mide bulandırıcı cinayetin sonlanmasını sağlamıştı.

 Jeffrey hiçbir zaman hiçbir suçunu inkar etmedi, aksine yaptıkları için ölmeyi hak ettiğini düşünüyordu. Defalarca ölüm cezasını istediğini dile getirse de eyalet kuralları bunu imkansız kılmıştı. Mahkemede sunduğu ifadesinde hiçbir cinayetinin nefret kaynaklı olmadığının altını çizmiş, onun ve doktorlarının bunların sebebinin zihinsel hastalıklar olduğunu düşündüğünü eklemişti. Kaçış ya da serbest kalma arzusunu yoktu, başına gelen her şeye razıydı. Kurbanlarını yemesiyle alakalı açıklamasında ise bunun sebebinin basitçe “merak” olduğunu söylemiştir. 

 16 müebbet cezası aldı, ne var ki birkaç yıl sonra kendisine şizofrenik teşhis konulan başka bir mahkum tarafından bir demir parçasıyla öldürüldü. Kurban ailelerinden bazıları bu habere sevinmiş, diğerleriyse yaptıklarının yanına kâr kaldığını, yeterince acı çekmediğini söylemişlerdir. Beyni, ölümünden sonra tıp öğrencileri tarafından incelemeye alınmak istense de, Lionel Dahmer’ın açtığı davayla bu istek reddedilmiş oldu. Eğer inceleme altına alınsaydı beyin kıvrımlarında, lobların büyüklüğünde veya beynin çalıştırdığı kısımlarda bir farklılık tespit edilebilir miydi, bilinmez. Jeffrey Dahmer’ın beyni de vücudunun ardından yakıldı, üstelik hiçbir organı asitlenip yemeğe hazır hale getirilmeden. Böylece sorular cevapsız, günahlar temizlenmemiş halde ebediyete uğurlandı. 

 Jeffrey Dahmer kötü mü doğmuştu? Saf kötülük diye bir şey var mıydı? Ölümünden önce kendisi de bu soruların cevaplarını hem kendine hem de inanmaya başladığı Tanrı’ya sordu ama ne yazık ki bir cevap alamadı. Kimsenin bu sorunun cevabını kesin olarak bildiğini sanmıyorum, uzun bir süre de bilemeyeceğiz. Tek bildiğimiz şey günümüz dünyasının bu elim olaydan çıkartacak çok önemli dersleri olduğu ve tekrar benzerinin yaşanmaması için güçlü önlemlerin alınması gerektiğidir. Jeffrey Dahmer bu haliyle hem bir ders, hem de bir trajedidir.

Yazı oluşturuldu 2

Benzer yazılar

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.

Üste dön