2023 yılının Ocak ayında gösterime giren Fair Play, bu yıl vizyona giren diğer filmler kadar adını duyuramasa da üzerine konuşmayı hak eden düşündürücü bir yapım. Filmin hem yönetmenliğini hem senaristliğini üstlenen Chloe Domont, önümüze dram/gerilim tarzında bir film sunmaktan öteye geçip günlük hayatta pek de yabancı olmadığımız bazı problemleri halının altından çıkartıp önümüze sürmüş. İlk bakışta oyunculuklar güzel, şarkılar iyi seçilmiş, senaryo sürükleyici görünse de bu film aslında bundan çok daha fazlası.
Film genel hatlarıyla kurumsal hayatın ve hırsların birbirine aşık gibi görünen bir çifti uçurumun kenarına nasıl sürükleyebileceğini anlatıyor. Emily ve Luke, aynı iş yerinde çalışan fakat katı şirket politikaları nedeniyle bunu saklamak zorunda olan yeni nişanlanmış bir çifttir. Filmin başında aralarından su sızmamaktadır ve beraber her şeyin üstesinden gelebilecek gibi görünürler fakat bir süre sonra işler tam tersine döner. Önemli bir yönetici pozisyonunu kaybedip şirketten ayrılır, yerine kimin geçeceğiyle ilgili dedikodular yayılmaya başlar. Bu dedikodular kulağına çalınan Emily, nişanlısı Luke’un o pozisyona getirileceğini öğrenir ve vakit kaybetmeden bu mutlu haberi ona verir. Ne var ki daha bir gün geçmeden bu dedikoduların safsata olduğu ve aslında terfi alanın Luke değil Emily olduğu açığa çıkar. İşte tam bu noktadan sonra işler sarpa sarmaya başlar.
Luke çok hırslı, yıllardır kariyerinde kendisini yukarı çıkartabilmek için gecesini gündüzüne katan, tüm zamanını kendisini geliştirecek kitaplar okuyarak geçiren bir adam. Emily ise zeki, insanları etkileyebilen, kritik zamanlarda doğru kararları alabilen güçlü bir kadın. Luke, kendisinden daha az emek vermesine rağmen o yerinde sayarken kariyer basamaklarını ikişer üçer atlayan nişanlısının başarısı altında ezilmiş hissediyor. Film bu ezilmişliğin aşamalarını da çok güzel yansıtıyor, sahneler gitgide gerilimi yukarıya doğru tırmandırırken hiçbir şey aceleye getirilmiş hissetmiyoruz. Luke en başta Emily’nin mutluluğunu paylaşıyor gibi görünse de aylar geçtikçe kariyerinde ilerleyememesi ve Emily’nin gölgesinde kalmasıyla hırsının kurbanı oluyor. Bu da nişanlısına olan sevgisini yavaş yavaş nefrete dönüştürüyor.
Bana göre film, bizi aşağı çekenin bazen en yakınımızdakiler olduğu ve beyaz yaka piramidinde yukarı çıkmanın, paranın ve statü arzusunun insanı en basit değerlerden yoksun bırakabildiğini göstermesi açısından çok değerli. Yapım aynı zamanda kadın erkek ilişki dinamiklerine ve güç dengesine de başarılı biçimde dikkat çekiyor. Dışarıya yansıttığı destekleyici erkek arkadaş görüntüsünün altında Luke içten içe Emily’nin aslında başarılı olmadığını, o konumda olmasının sebebinin güzelliği ve patronunun ondan hoşlanması olduğunu düşünüyor. Öyle ya, aksi halde en iyi okulları derece ile bitirmiş zeki ve hırslı bir kadının yönetici pozisyonunda olması neye bağlanabilir ki?
Tam tersine Emily’yi ise film boyunca Luke’u kötü hissettirmemek için çırpınırken görüyoruz. Eğer terfiyi alan erkek olsaydı işlerin farklı ilerleyeceğini tahmin etmek pek de güç değil. Bu noktada filmin gerçek hayatın önemli problemlerini yansıttığı kanısındayım. Günümüz toplum yanılgıları bazı erkeklerin bilinçaltına öyle bir yerleşti ki maalesef eşlerinin onlardan daha fazla maaş almaları veya daha önemli bir konumda olmaları dahi hassas egolarını yerle bir edebiliyor.
Özellikle Phoebe Dynevor(Emily) ve Alden Ehrenreich(Luke)’ı çiftin aralarındaki gerilimi ve tutkuyu yansıtmadaki başarılarından dolayı tebrik etmek lazım. Ayrıca Emily’nin ne olursa olsun yere sağlam basması ve kendisi için doğru olanı tercih edebilmesi filmin sonunu tatmin edici kılması açısından önemliydi.
Bizler bazen yanlış insanları yanımızda tutup kendimizi onlarla daha iyi olduğumuza inandırma gafletine düşebiliyoruz. Kariyerimizde veya başka bir alanda yukarı çıkmaya çalışırken bize asıl çelme takanların, bacağımızdan çekenlerin en sevdiklerimiz olduğu gerçeğini görmezden gelmeye meyilliyiz ne yazık ki. İşte bana göre bu filmin verdiği en önemli mesaj, hayatımızdaki bu tarz insanlar maskelerini indirip gerçek yüzlerini gösterdiklerinde onlara inanmak ve hayatımıza bize köstek değil destek olan insanlarla devam etmek.