Evanescence – Fallen Albüm İncelemesi

Bir albüm incelemesiyle tekrardan merhaba. Bildiğimiz üzere thrash devi Megadeth de oldukça iyi bir albüm yaptı ve üzerine kesinlikle konuşacağız, sadece sizleri biraz bekletip 2003 yılına götüreceğim bu seferlik.

Grubun isminin karşılığı: Kısa bir süreliğine var olup hızla kaybolma ve unutulma durumu. Bir bakıma ironik değil mi? Grubun ilk albümü, en başarılı albümü oldu. 43 hafta boyunca “Billboard 200” listesinde minimum üçüncü olarak kaldı. Grup kurucu üyelerinden biri olan gitarist Ben Moody’nin ayrılığından sonra da 2003’teki kadar konuşulmadı belki de. “Last Open Door” ile yine listeleri sallamayı bildi Evanescence 2006 senesinde fakat bu sarsıntı yine de 2003 depremi kadar şiddetli olamadı. Daha sonra üç albüm daha yayınlayan grup hala -ve doğal olarak- Fallen ile anılmaya devam ediyor. Müzik -ve Amy Lee- severler için acı bir haber de olsa, grup isminin karşılığını vermiş gibi duruyor.

Fallen’dan bahsetmeye devam edelim. Genel olarak alternatif metal denebilecek(?), ufağından karanlık temasından dolayı goth-rock deseniz kimsenin kızmayacağı, arada bir albüm bana göre. Grubun kurucularından, lead vokal/piyanist Amy Lee, albümün çoğunluğunun, kendisinin içinde bulunduğu tacize dayalı/kötü/bozuk bir ilişkiden esinlenildiğini dile getirmişti. Kalan şarkıların kendine göre hikâyeleri mevcut olsa da bunlardan olabildiğince etkilenmemeye çalışarak ne anladığımı ve duyduğumu aktarmaya çalışacağım.

 

Going Under

              Albümün ismi “Fallen”. Düşenler, düşmüşler anlatılıyor ve giriş parçasıyla beraber aşağı taraflara doğru ivme kazanıyoruz. Vokal lead’inde girilen cümle değişimleri olurken gitarların ilk motiflerine sadık kalarak yürüdükleri, tansiyonu yerinde bir parça. “Don’t want your hand this time, I’ll save myself/ Maybe I’ll wake up for once” dizesiyle açıkça bize “düşüyorum (hatta düştüm), ama kalkarım herhalde, bu kez yardımına ihtiyacım yok.” diyen parça, bu aşağı düşüş temasını güzelce yansıtan yoğun, kirli ve güçlü bir sound’a sahip. Aksine “belki kurtulurum” havasında, özellikle nakaratlara girilirken vokalin tizlere çıktığı ve çok temiz bir piyano ile desteklendiğini görmek mümkün. Nakaratlarda ise bu iki unsur birleşerek bize güzel bir zıtlığı beraber yansıtıyor. “I’ve got to break through” derken tansiyon davul bazında oldukça arttırılırken vokalde adeta daha temize doğru gidiyor. Outro’suyla daha da gerilen şarkıdan çıkıp yeni parçaya giriyoruz.

 

Bring Me To Life

Oldukça dingin, sakin bir motif fakat vurgularının altını çizmeden vazgeçmiyor intro’yu götüren piyano. Vokalin eklenmesiyle birlikte, belki derindeki boğuk sesler olmasa oldukça rahatlatıcı olabilecek şarkı, vokalin giderek güçlenmesi, enstrümanların giderek belirginleşmesiyle tansiyonu arttırmayı başarmış. En belirgin olduğumuz yerde direkt nakarata giriyoruz. Açık bir yardım çağrısı olan bu nakarat dizeleri bütün gerginliğiyle aktarılıyor. Verse kısımlarının çok daha kısa sürdüğü göz önünde bulundurulursa enerji seviyesi oldukça yüksek bir şarkı. “Now that I know what I’m without”, “I’ve been living a lie” gibi karanlık, “yaşamım elimde değil” ve tersine; bridge kısmında oldukça dinamik, sayıca fazla vurgularla beraber aktarılan melodilerden sonra gelen giderek yükselen “I’ve been sleeping a thousand years it seems”, “there must be something more” dizeleriyle de “fazlası olmalı, uyanmalıyım” mesajları veriliyor. Yine son nakaratıyla beraber uçtuğumuz şarkıyı, yüksek tansiyonla sonlandırıyoruz.

 

Everybody’s Fool

              Kümeli yapıların beraber kullanıldığı, karanlık havasından ödün vermeyen ve oldukça yüksek tansiyonlu bir girişten sonra, durulmaktan daha çok nicelik olarak vurguların sayısını arttırıp melodik unsurların sayısını azaltan verse kısmı hayatımıza girdi. Yine nakarata oranla daha kısa süren verse parçalarından bu kez vokal hareketleriyle beraber melodikliğin işin içine katılmasıyla çıkılmış. Müzikal anlamda ekstra algılanacak bir şey vermese de zaten sözleriyle öne çıkan bir şarkı olduğunu 1-2 dakikanızı ayırıp sözlere baktığınızda göreceksiniz. Değinmek istediğim tek ekstra yer bridge kısmı. Atmosferik seslerle ve destekçi bir piyanoyla ilerleyen, yine çok kısa sürüp yükselen vokallerle biten, kısa sürede dinginliği ve gerginliği yaşatabilen keyifli bir kısım. Albümün diğer şarkılarına göre biraz daha basit fakat oldukça etkili.

 

My Immortal  

              Kelimelerimin yeteceğini düşünmediğim bir parça. Aydınlık ve karanlığın muazzam bir dengesi söz konusu. Vurguların akıllıca kullanıldığı, piyanonun bütün tansiyonu elinde bulundurduğu ve Amy Lee’nin zirvelere oynadığı muazzam bir parça. Nakarattaki keman desteğiyle birçoğumuzu derinden yakalayan şarkı burada da kalmayarak yükselmeye, vokal hareketleriyle tansiyonu arşa çıkarmayı başarıyor. Bir anda base melodiyi kemanın sağladığı ve soloyu piyanonun verdiği nispeten kısa ara bölümden sonra dinginleşerek bitiriyoruz şarkıyı. Lirikal boyutta ise ben karakter ve kendi ruhunu görüyorum bu şarkıda. Verse’ü karakter, nakaratları ruh söylüyormuşçasına bir hava var bence. “These wounds won’t seem to heal” çıkışıyla da gönüllerde yerini edinmiştir. Sözlerine ekstra bakmak isteyeceğiniz bir parça daha. Benim bakış açımı da deneyebilirsiniz. 😊

 

Haunted

“My Immortal” gibi bir şarkıdan sonra, bana kalırsa oldukça gergin giriyoruz. Derindeki seslerin yarattığı ürperti, şarkının ismini karşılar nitelikte, çok akıllıca. İnce ince şarkı kendini bulmaya başlıyor. Vokal hareketliliğinin getirdiği, ritim gitarın katılmasıyla nakaratını bize dinleten şarkı “Fearing you, I won’t let you pull me down” diyerek de hikâyesel katkısını bizle buluşturmuş oluyor. İkinci verse’te davulun ritim gitarla beraber vurgularını arttırarak şarkıya getirdiği tansiyon aslında şarkı genelinin aksiyon eksiğini karşılıyor belki de. Diğer dört parçaya göre daha yerinde sayan, daha kendini tekrar eden bir şarkı olsa da sonlarına yaklaştıkça kendi çerçevesinde bir enerji seviyesi kazanıyor. Gerçekten “haunted” olduğunu düşünen, çoktan kuyunun dibine düşmüş ve bir yerlerde umut arayan, vazgeçmeyen bir kişiliğin sözlerini görece müzikaliteden uzaklaşarak dinledik.

 

Tourniquet

              Türkçe karşılığı: kanı durdurmak için kullanılan sargı. “My god, my tourniquet/Return to me, salvation.” Üstüne bir şey demeye gerek yok diye düşünüyorum. Bu nakarat dizelerinden önce gelen “Am I too lost to be saved?” sorusuyla da gerçekten bir yardım çığlığı atıyor karakterimiz. Bunu yaparken melodikliğine tekrar kavuşmayı da unutmuyor. Gittikçe hareketlenen, kendine aksiyon katan parçayla beraber grubun albüm özelindeki şarkı yapısına da aşina oluyoruz. Nakarata bağlanan ince verse’ler, nakarat, aksiyon katılan verse, nakarat, bridge, nakarat… Bu anatomide ilerleyiş bir süre sonra sığ gelecek gibi duyulsa da verse motiflerinin uğradığı ufak melodik değişiklikler, özellikle Amy Lee’nin cümle geçişlerinde vokal hareketleriyle de desteklendiğinde, şarkıyı taşıyan bir unsur haline geliyor. Bu şarkıda da hikâyesel katkı daha ön planda olmasına karşın, algılanacak küçük dokunuşlar parçayı oldukça yukarı taşımış. Ve “Tourniquet”den “Imaginary”e oldukça yumuşak bir geçiş sağlanmış.

 

 

Imaginary

              Geçişimizden sonra ölçü içinde gerek kümeli gerek aralıklı yapılar kullanan ve tansiyonu iki şekilde de oldukça yükselten bir keman motifiyle başlıyoruz. İşin içine derin vokallerle nakarattan kesitlerle beraber ritim gitar girdiğinde de şarkıya iyice ısınıyoruz derken, enerji düşürülüp verse’e geçiliyor. Yapı yine aynı, fakat hissiyat daha farklı. Vurguların sağladığı dinamiklik nakaratın tansiyon seviyesini ayarlayan en büyük unsur olmuş bana kalırsa. Nakarata keskin bir geçişimiz var, bu kez geçişi sağlayan bir müzikal hareketten bahsedemiyor olsak da nakaratın içindeki vokal hareketlerine değinmeden olmaz. Verse bağlantısından belirli vurguların kesildiği, bu sert vurguların yerini ise Amy Lee’nin dingin ve yüksek vokaliyle dolduğu bir kısım. Bridge kısmındaki piyanonun da intro kemanıyla oldukça paralel olup tansiyonu yükselttiğini söylemek mümkün. “Oh how l long fort he deep sleep dreaming/The goddess of imaginary light” dizesiyle hala yardım çığlığına bir nebze devam eden karakterimiz bu sefer belki de en yoğun düşüşünü yaşayıp, ışığı sadece bir hayal olarak görüyor. Bridge ile son nakarat arasındaki gitar solosunun da intro vurgularından kopmadığını söylemek mümkün. Intro’nun daha yüksek enerjili, özellikle davul açısından, versiyonuyla çıkışımızı yapıyoruz.

 

Taking Over Me  

Şu ana kadar piyano solosuyla girdiği bir şarkıda yanıltmayan albüm serisini koruyor. Kümeli diyebileceğim bir yapıya ritim gitarın vurgularıyla sert şekilde katılışından sonra keskin bir dönüşle vokale bağlanıyoruz. Line sonlarına doğru ekstra bir yükseliş gösteren vokal hareketi bu yükselişle nakarata bir geçiş köprüsü olmayı başarmış. “I’ll give up everything to be with you/ I have to be with you to live to breathe/You’re taking over me” nakarat dizelerinde kurtuluşa bir çağrı görüyoruz. Belki inanılan bu ışık tanrıçası, belki “kurtuluş” kavramına yapılan bu çağrı açıkça “beraber olmalıyız” diyor. Albüm boyunca belki de en çok tekrar eden nakarat olması da mesajını yansıtan bir detay bence. Bridge kısmında, ki şarkının dingin yerlerinden bir tanesi, yine tekrar edilmesiyle gerek enerji yüksekken gerek düşükken şarkının mesajının aynı olduğu vurgulanmış bence.

 

Hello

Yanıltmama serisi devam ediyor. Motif her ne kadar aydınlık duyulsa da ilk ölçüsünde hissedilen o hafif karanlık havayla Amy Lee’nin güçlü vokallerinin frekansı o kadar birbirine uyuşuyor, o kadar yumuşakça akıyor ki kulağınıza bir an gülesiniz geliyor. Fakat lirikal bazda güldürmek en son amacı olan şarkı, “If I smile and don’t believe soon I know I will wake from this dream” dizeleriyle bunu kanıtlıyor. Yine aynı dizelerle şarkı boyunca devam eden piyano motifinin karanlık-aydınlık dengesizliğine de bir dikkat çekiyor. Kurtulmaya inançlı fakat kurtulmak zorunda olduğu bir durumun içinde bulunduğu için kesinlikle mutlu değil. Umutlu, mutlu değil. Zıtlığın içinde bir denge, dengesizliğin içinde bir bağlantı… Nasıl tanımlayacağınız size kalmış, fakat istenen oldukça etkili şekilde aktarılmış.

 

My Last Breath

              Vokalin nirvana seviyelerine ulaştığı, ilk birkaç parçadaki liderliğini geri aldığı, yani cümle değişimlerinde etkisini ön plana tekrar çıkardığı şarkı. Bu kez müzikal ve lirikal bazda bir denge sağlamayı başaran ve bunu oldukça etkili hayata geçiren parça. Albüm genelindeki anatomik yapıyı bozmadan ufak bir introdan sonra düşük enerjili verse’ünü kısa sürede nakaratına bağlayan bir parça daha. Nakarat dizelerinden (“Are all my thoughts of you/Sweet raptured light/It ends here tonight.”) benim anladığım belki kurtuluş hakkındaki düşüncelerin yittiği. Her ne kadar buraya kadar inandığım hikâyenin tersine gitmeyi istemesem de sonraki şarkıyla beraber bakıldığında ve biraz derine inildiğinde bu taraf da büyük bir anlam kazanıyor. Verse’lerde yine düştüğümüz, nakaratta ve geçiş cümlelerinde Amy Lee’nin önderliğinde ilerlediğimiz ve lead’i vokale bırakmasına rağmen gitarların da melodikliğini kaybetmediği, dengenin sağlandığını açıkça duyabildiğimiz bir parça. Özellikle bridge kısmında metalik motifleriyle tansiyon seviyesinin kontrolünü tamamen gitarların ele almasıyla, liderlik paylaşımının bile dengelendiğini görüyoruz. Gerektiği yerlerde, yeterli ölçülerde birbirlerini öne çıkaran enstrümanlar bütününün, anlatmak istediği hikayenin havasını korurken müzikaliteden ödün vermediği, lirikalitenin de bu paralelde takip ettiği sağlam bir eser.

 

Whisper

Çok metalik bir riff ile tansiyon bazında yüksek perdeden bir giriş. “No one’s here and I fall into myself/ This truth drives me into madness/ I know I can top the pain if I will all away” Bu dizeleri girişe zıt konumda oldukça dingin ve yavaşça yükselen vokallerle kulağımıza getiren grup, hikayeyi sonlandırırken artık kurtuluşun kendisinde olduğunu, bütün acılarını dindirebileceiğinin farkında. Vokal lead’inde girdiğimiz nakaratta da “Don’ turn away/ Don’t give in to the pain” dizeleriyle bu son noktada pes edilmemesi gerektiğini vurguluyor. Intro motifini daha çok duymayı istediğimi söylemeden geçemeyecek olsam da favori parçalarımdan biri albümde. Bass gitar ve davulun, bu parçaya kadar vermediğimiz kredilerinin hepsini hak ettiğini adeta kanıtladığı parça, albümün yapısal karakterini korurken küçük değişikliklerle kendisini ilerletmeyi de aksatmıyor. Ekstra olarak altını çizmek istediğim kısım bridge kısmı. Kemanın leadinde davulun vurgularıyla tansiyonun giderek yükselip kendini son nakaratlara çzödürdüğü bu bölümün en önemli özelliği sözleri. “Fallen angels at my feet” ile bütün”Fallen” lardan bahsettiğini tekrar aktarıyor, “She beckons me shall I give in/ Upon my end shall I begin?/ Forsaking all I’ve fallen for/ I rise to meet the end.” Dizeleriyle de bize belki de albümün şu ana kadar anlattığı düşüş ve kurtulma umutlarının doğruluğunu kanıtlıyor. Ha belki de “Her son gerçekten bir başlangıç mıdır?” diye soruyor. Dizeleriyle inanılmaz bir final şarkısı bence, üzerine melodikliğin en yoğun olduğu şarkılardan biri albüme nazaran. Dediğim gibi, favorilerimden biri.

 

Albümden benim duyduklarım ve anladıklarım genel hatlarıyla bunlar oldu, Amy Lee ve Ben Moody gerçekten iyi ki bir araya gelmişler diyebileceğimiz bir ikili. Albüm boyunca şarkı yapılarının üzerinde yapılan ufak değişikliklerin ve küçük oyunların devam ettiğini ve bu farklılıkların albümün karakterini yansıttığını gördük. Bazen zıtlıklar bazen bağlantılar genelde karanlık bir havayla aktarılmaya çalışılırken umut, kurtuluş temalarından da vazgeçilmemesi beni etkileyen unsurlardan sadece bir tanesi oldu. Umarım şu ana kadar dinlemeyenlerin seveceği, dinleyenlerin de kendilerine bir fikir penceresi açacağı bir yazı olmuştur. Bir diğer albüm incelemesinde görüşmek üzere, müzikle kalın!

Yazı oluşturuldu 10

Benzer yazılar

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.

Üste dön