Osmanlılar tarafından “Kazıklı Voyvoda”, Macarlar tarafından “Drakul(şeytan)” ve kendi milleti yani Rumenler tarafından “Tepeş(cellat)” olarak adlandırılan III. Vlad, Osmanlı Devleti’nin hakimiyetinde bulunan Eflak Prensliği’nin şüphesiz adı en çok duyulmuş hükumdarıdır. Yaptığı insanlık dışı işkenceler, kurbanlarını yağlı kazığa oturtmaya kadar varmakla beraber filmlere ve kitaplara da konu olmuş, aynı zamanda İbrani mitolojisi ile ortaya çıkan vampir algısını da etkilemiştir. Bulgar, Türk ve Macar halklarının yanı sıra kendi halkına da yaptığı kan dondurucu zulümlerinden ve kişiliğinden bahsetmeden önce III. Vlad’ın çocukluğuna inmemiz, onun aklındakileri anlamak için okuyucuya fayda sağlayacaktır.
1442 yılında Osmanlı Devleti, Erdel Voyvodalığı karşısındaki bozgunun faturasını Vlad Tepeş’in babası olan II. Vlad’a kesti. Dönemin Osmanlı padişahı II. Murat, bu yenilgiden sonra sadakatinden emin olamadığı II. Vlad’ı Edirne’ye çağırdı ve kendisini burada bir süre mahkum etti. Osmanlı Devleti’ne bağlı olarak siyasi varlığını sürdüren Eflak Voyvodalığının elbette her şeyden önce sultana itaat etmesi gerekiyordu. İki oğlunu da Osmanlı sarayına rehin olarak bırakmak zorunda kalan II. Vlad, Osmanlı esaretinden ancak bu yolla kurtulabildi. Elbette ki bundan sonra atacağı her adımda oğullarının öldürülme tehlikesini göz önünde tutmak zorunda kalan II. Vlad , sultana tam bağımlılığını bildirdi.
Edirne Sarayı’nda rehin olarak kalan II. Vlad’ın oğulları olan Vlad ve Radu’nun doğum tarihleri hakkında kaynaklar çeşitlilik gösterse de en olası ihtimalde saraya geldiklerinde Vlad 12, Radu ise 6 yaşındaydı. İki kardeş arasındaki saraya geldiklerindeki yaş farkı, şüphesiz onların karakterleri ve dolaylı olarak geleceklerini şekillendirmiştir. Mahkum edildikleri Edirne Sarayı’nda uyumlu bir yaşama başlayan kardeşi Radu’nun aksine Vlad, her zaman daha isyankar bir tavır benimsemiştir. Yaşından dolayı kendisi tarafından yönetilecek bir Eflak olduğunu unutmayan Vlad, sarayda kaldığı süre boyunca Osmanlı Devleti’nden muazzam bir eğitim almıştır.
O dönemde şehzade olan Fatih Sultan Mehmet ile kardeş gibi yetişen III. Vlad’ın aralarında rekabet eksik olmazdı. Beraber Edirne Sarayı’nda aldıkları tam donanımlı eğitim, ikisinin de askeri birer deha olarak yetişmesiyle neticelenmiştir. Savaş alanında daha sonra kozlarını paylaşacak olan bu iki hükümdar, kendilerini tahtları için son sürat hazırlıyordu. Vlad ve Mehmet’in yakın dostluğu hatta kardeşliği bir kenara, onlardan küçük olduğu için sönük bir kişiliğe sahip olan Radu ise her zaman geri planda kalmıştır. Küçük yaşta Edirne Sarayı’nda yaşamaya başlamasından dolayı Radu’da Eflak kimliğinden çok Osmanlı kimliği ağır basmaktaydı. Öyle ki uzun yıllar Osmanlı Devleti için savaşlara katılmış, Eflak tahtı için tehlikeli kavgalara girmekten uzun süre kaçınmıştı.
Kardeşi Radu’nun aksine Eflak’ı bir an için bile aklından çıkarmayan Vlad, Osmanlı ülkesinde kaldığı süre boyunca gelecekteki düşmanını çok yakından tanıma imkanı bulmuştu. Osmanlı bürokrasisini ve askeriyesini avucunun içi gibi bilen Vlad, tecrübelerini savaş sahasında kullanmaktan asla çekinmemiştir. Edirne Sarayı’nda kendini yetiştirdiğine inanan ve Eflak topraklarında sürüp giden kargaşayı yeterli bir sebep bulan Vlad, Osmanlı sarayını terk etti. Macarların, Vlad Tepeş’in babası
II.Vlad’ı ve abisi Mircea’yı öldürmesi yetmezmiş gibi tahta Vlad’ın kuzeni II.Vladislav’ı çıkarması, onun Macar halkına karşı kinini ve nefretini körükleyen iki büyük nedendi.
1448 yılında Eflak’a gelen III. Vlad , bu bölgedeki otoritesini gün geçtikçe arttırıyordu. Sultan Mehmet ile kardeş gibi büyüyen Vlad, Osmanlı Devleti’nden askeri birlik başta olmak üzere her türlü desteği alıyordu. 1456 yılında Mehmet’in desteği ile tahta geçmeyi başaran Vlad’ın ilk yılları Eflak’ta dağılan otoriteyi toplamak ve Osmanlı ile olan iyi ilişkilerini devam ettirmekten ibaretti. Ancak bu iyi ilişkiler fazla uzun sürmemiş, zamanında vergisini ödemek için her yıl bizzat Osmanlı’nın yeni başkenti olan İstanbul’a gelen Vlad’ın sadakati, zamanla zayıflamıştı. Vergilerini bizzat getirmek şöyle dursun, elçileri aracılığıyla bile göndermemeye başlamıştı.
Karadeniz ve Mora seferleri ile uğraşan Osmanlı Devleti’nin zayıf anını yakalayan Vlad, Eflak ve çevresinde bazı taşkınlıklar yapmaktan geri kalmadı. Kendisini ödemediği vergilerinden ve taşkınlıklarından dolayı Osmanlı başkentine çağıran Sultan Mehmet’ten, yokluğunda Eflak’ın savunması için asker talep etti. III. Vlad’ın isteği üzerine Sultan Mehmet, bölgeye Hamza Paşa’yı gönderdi ve kendisinden Vlad’ı başkente getirmesini istedi. Dar geçitlerde Osmanlı ordusuna ani bir baskın gerçekleştiren Vlad Tepeş, Hamza Bey ve maiyetindekileri kazığa oturttu. Osmanlı ordusunun başında bulunan Hamza Bey’i diğer askerlerden daha uzun bir kazığa oturtmakla yetinmeyen Vlad, onun kellesini Macar Krallığı’na göndermiş ve Macar kralından Osmanlı Devleti’ne karşı destek beklemişti.
Türk ordusuna yaşattığı işkenceler başta olmak üzere Vlad’ın yaptığı taşkınlıklar, üstünde durmaya değer konular. Vlad’ın gözde işkencesi olan kazıkla idam için herhangi bir millet veya din ayrımı yoktu. Bulgar, Türk ve Macarlar başta olmak üzere, köyleri basıp topladığı esirleri acımasızca kazığa oturtur, kendi maiyetindeki askerlerini şatonun yüksek kulelerinden aşağı attırır, kurbanları can çekişirken keyifle onları izler ve bir yandan da yemeğini yerdi. Kendi halkı olan Rumenlere de hiç acıması yoktu. Öyle ki tahtı ele geçirdikten bir süre sonra Eflak boyarlarıyla(soylularıyla) toplandığı bir ziyafetin ortasında bir anda ayağa dikilmiş ve boyarları babası II. Vlad’a hatta Eflak’a ihanetle suçlamıştı.
İhanet ile suçlanan boyarların başına ne geldiğini tahmin etmek çok da zor değil elbette, hepsi kazığa oturtularak idam edilmişti.
Vlad’ın insanlara işkence etmesi için herhangi bir bahaneye ihtiyacı yoktu. Bazı kaynaklarda rivayet edilenlere göre memleketteki fakir insanlara verdiği ziyafet sırasında da benzerini yapmış, onlara da aynı cezayı uygulamıştı. Vlad’ın gazabına uğramak için o dönemde acı çekebilen bir varlık olmak yeter de artardı bile. Onun hakkında çıkan vampir dedikodularının kaynağı, Vlad’ın kan içtiğinden hatta yamyamlık yaptığından ileri gelir. Vlad Drakula’nın kan içtiğine veya yamyamlık yaptığına dair elimizde kesin bir veri olmasa da, kaynaklarca kanıtlanmış işkencelerinden sonra bu durum kimseyi şaşırtmayacaktır elbette.
Vlad’ın Osmanlı ordusuna karşı gerçekleştirdiği mücadeleye geri dönelim. Sultan Mehmet’in gönderdiği büyük birlikleri savuşturan Vlad, Osmanlı askeri taktiklerini ne kadar iyi bildiğini ispatladı. Karşısındakinin sadece basit ve asi bir prens olmadığını bilen Sultan Mehmet’i en çok korkutan vaziyet buydu. Bunun üzerine sefere bizzat kendisi gitmeye karar verdi. Vlad’ın Sultan Mehmet’i tanıdığı kadar Mehmet de Vlad’ı tanıyordu elbette. Sultan Mehmet, 1462 yılında Eflak’a karşı ordunun başında sefere çıktı. Ancak Eflak topraklarında ilerlemek Vlad’ın bölgede yarattığı tahribattan dolayı çok zorlu geçmişti. Vlad tüm su kuyularını zehirlemiş, yaklaşan Osmanlı ordusu için yiyecek namına bir şey bırakmamıştı.
Eflak’ın başkenti Targovişte’ye varan Osmanlı ordusu aklını kaybedecek duruma gelmişti. Öyle ki Vlad gerisinde kazıklara geçirilmiş cesetlerden oluşan 5 kilometrelik bir orman bırakmıştı. Akıl sağlığı bozulan pek çok askere rağmen başkent Targovişte ele geçirildi. Devasa bir orduya karşı meydan savaşı ile karşı koyamayacağını çok iyi bilen Vlad’ın yapabildiği vur-kaç taktiklerinden ibaretti. Targovişte’nin zaptını izleyen günlerde Vlad, Osmanlı ordusuna ani bir gece baskını gerçekleştirdi.
Vlad’ın hedefi Sultan Mehmet’i öldürdükten sonra çıkacak kargaşadan yararlanıp Osmanlı ordusunu imha etmekti. Türkçe bilmesinin kolaylığı ve askeri nizam bilgisi ile Osmanlı kampına zahmetsizce sızan Vlad’ın suikast planı başarısız oldu. Eflak birlikleri her ne kadar Osmanlı ordusunda ağır kayıplara sebep olsa da netice belliydi, Macarlardan beklediği yardımı göremeyen Vlad’ın büyük bir imparatorluğa kafa tutması hayaldi. Eflak ordusu yenildi ve Vlad, Macar Krallığı’na sığındı. Eflak’ın zaptından sonra Sultan Mehmet, tahta Vlad’ın kardeşi Radu’yu geçirdi.
Macar Krallığı’na sığınan Vlad, orada Macar kralı tarafından mahkum edildi. 1474 yılına kadar Macaristan’da hapis hayatı yaşayan Vlad, 1476 yılında Eflak’a geri döndü ve tekrardan voyvoda olduysa da Osmanlı Devleti’nin onun tepesine çöküp Vlad’ı öldürmesi sadece birkaç ay sürdü. Kesik başı, öldürüldüğünün bir ispatı olarak Mihaloğlu Ali Bey tarafından Sultan Mehmet’e gönderildi.
Vlad Drakula’nın, günümüz kültürüne şüphesiz pek çok etkisi bulunmaktadır. Bunlardan biri Bram Stoker tarafından kaleme alınan roman “Kont Drakula”dır. Ondan esinlenerek yazılan kitapların yanında “Dracula:Başlangıç” adlı filmin de konusu kendisidir. Bugün hemen hemen her kostüm partisinde denk gelmekte olduğumuz vampir görünümü III.Vlad’dan esinlenmiştir.
Kazıklı Voyvoda’nın günümüz kültürüne kattığı değerlerin yanında, Romanya dolasıyla Roman halkı Vlad’a milli bir kahraman gözüyle bakar. Öyle ki Romanlar, yaptığı insanlık dışı eziyetlere rağmen Vlad’ın, Türklere ve Macarlara karşı dik bir duruş sergilediğini ve Eflak’ın bağımsızlığı için canından olduğunu düşünürler. Milli değerler dolayısıyla Romanya gündeminden düşmeyen Vlad Dracula’nın resmi, 2007 yılında basılan pullarda dahi yer almaktadır.
Günümüzde Romanya sınırları içerisinde yer alan Poenari Kalesi, Bran Kalesi ve Corvin Kalesi gibi birkaç kale bulunmasına rağmen bunlardan Kazıklı Voyvoda ile en çok ilişkilendirilen kale “Bran Kalesi”dir. Osmanlılara karşı savunma amacıyla inşa edilmiş olan ve muazzam mimarisiyle gören herkesi büyülemeyi başaran Bran Kalesi, bugün turistik ziyaretlere açıktır. Ayrıca kalenin içerisinde Kraliçe Marie tarafından toplanan mobilya ve sanat eserleri sergilenmektedir.
Dünya tarihinde rast gelinen en orijinal kişilerden biri olan Kazıklı Voyvoda, hakkında araştırılmaya ve yazılmaya değer en önemli karakterlerden biridir. Kimilerine göre psikolojik sorunları olan bir akıl hastası, kimilerine göre idealleri için kan dökmekten sakınmayan bir hükümdar, kimilerine göre ise bağımsızlık düşkünü dik duruşlu bir lider olan Vlad Dracula hakkındaki ortak görüş, onun dünya tarihi için eşi benzeri olmayan biri olduğudur.